SİYASETTE MİZAH (siyasi mizah)

Cemal Kutay;
Mizah hürriyetin çocuğudur,der.
Mizah beşeri duyguların zerafet kaynağı sayılır.

Mizah türleri:
Hiciv (saldırgan mizah) nükte,ironi,şaka,alay ve karikatür (abartmak-alaya almak)

Mizah hayatın her alanında vardır.
Kavgasız,savaşsız, huzursuz, eğlencesiz, müziksiz,sinemasız hatta ekmeksiz toplumlar oldu. Ekmeğin bulunmadığı zamanlarda pasta yendi; ama mizahsız olunamadı.

Mizah,başlı başına bir disiplindir.İçinde gülme ile birlikte,şakayı,alayı,ironiyi,hicvi, nükteyi,espiriyi de barındıran bir sanat türüdür.

Çiçeroya göre mizah; “Her durumda verilecek nükteli bir cevap,karşısındaki kişiyi kibarca azarlayan bir ruh halidir” derken,mizahın toplumsal iletişimdeki konumuna dikkat çeker.
Mizah olumlu olumsuz duygulardan beslenir.

Brecht,” Mizahın olmadığı yerde yaşamak zor,her şeyin mizah olduğu yerde yaşamak ise olanaksızdır.”

Marjolin’t Hart’a göre de;”Mizah, politika hazinesinden beslenir ve mizah siyasi protestoda kullanılır.

Reşat Nuri Güntekin mizahi
”Politik,aktüaliteyi yakında takip eden ve hicveden sanattır,demiştir…

İskender Pala;”şaka,latife,eğlence ve alay” olarak tanımlar.

Arapçadan dilimize geçen mizah sözcüğü,halk arasında gülmece sözcüğüyle eşdeğer tutulmaktadır.

“Siyasetin iki yüzü vardır: Bir yüzünde çatışma, öbür yüzünde uzlaşma bulunur. Bir yandan çatışan fikirler,Farklı istekler,birbirine zıt çıkarlar galip gelmek için kıyasıya yarışır. Diğer taraftan insanlar ortak kurallar etrafında barış içinde yaşamaya,işbirliği yapmaya ve uzlaşmaya çaba harcar. Bu yüzden siyasetin özü çatışmaların çözüme kavuşturulma süreci” olarak tarif edilir.(Türköne-2007:6)

Mizah kötü düşünmez, ancak tuhaf düşünür…

Mizah “zekâ pırıltısını” yansıtır.
Siyasette de “kaliteli mizah” etkilidir.
İz bırakır.Karizma öğesidir.

Siyasette mizah güzeldir.

Günümüzde politika artık nükteden, mizahtan, ince üsluptan kopmuş durumda.
Bağırarak, çağırarak, tehdit ederek, aşağılayarak hoparlörlerin sabrını taşıran yüksek volümlerde yapılıyor.

Sadece siyasette değil yaşamın her alanına mizah katabilsek.
Kendimizi dev aynalarında görebilecek yerde kendimizi sorgulayabilsek….

Dünyanın neresine giderseniz gidin, gelişmiş ve demokrasinin gerçekten işlediği ülkelerde, zirvedeki tüm seçkin siyasetçilerin birinci özelliği şudur: “Yerinde ve zamanında, hemen espri ve mizah dilini kullanabilmesi, hazırcevap olabilmesidir!..”
Bu özellikler konusunda İngiltere ve Fransa, en dikkat çeken ülkelerin başında gelirler…

Arapça bir sözcük olan Mizah; “Gülmece, güldürme sanatı” demektir…
Bu iş söz ve yazı ile yapıldığı gibi, çizgilerle (karikatür) ve vücut hareketleriyle de yapılabilir… Yine bir Arapça sözcük olan Hiciv ise; “Yergi, mizahi eleştiri” demektir… Tabii, bunların yapılabilmesi için, insanların belli bir zekâ, belli bir eğitim seviyesi üzerinde olmaları gerekir…

Anadolu’da tarihi boyunca Deli Dumrul, Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Münasebetsiz Memet Efendi, Hacivat-Karagöz, Zeki Alasya, Levent Kırca, Kemal Sunal gibi daha nice insanlarımız yetişmiştir…
Bugün bunların sadece isimlerini duyduğumuzda bile hemen gülümseriz… Çünkü gülmece-güldürmece, Anadolu insanımızın ruhunda ve genlerinde vardır…

1990’lara kadar, bizim siyasetçilerimiz içinde de espri kabiliyeti olan, mizah dilini kullanan çok sayıda liderimiz ve siyasetçimiz vardı… Osman Bölükbaşı, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Turan Güneş, Korkut Özal, Erdal İnönü gibi…

Örneklersek;
Osman Bölükbaşı, her seçimde en kalabalık mitingleri yapar, ama millet ona pek oy vermezdi… Düzce mitingi sırasında bu sebeple, orada toplanan kalabalığa; “Eyy benim samanı bol, danesi (yani oyu) kıt milletim!..” diye hitap etmişti… Kaç siyasetçi böyle zekice ve mizahi cümleler kurabilir ki?

Merhum Demirel’e bir gün bir soru üzerine;
“Ege bir Yunan gölü değeldir… Ege bir Türk gölü de değeldir… Zati Ege bir denizdir, orası bir göl de değeldir!..”
Aynı Demirel, temelini kendi attığı GAP’ı sahiplenmeye çalışan merhum Turgut Özal’a; “GAP’ı kimselere gaptırmam, o GAP her zerresiyle benimdir!..” demişti…

Herkesin kızdığı Saddam Hüseyin’e ziyaretten dönen zamanın Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye, muhalefet kanadının bir bayan gazetecisi; “Efendim, Bağdat’ta sizin Saddam’ın elini sıktığınız söyleniyor, bu doğru mu?” deyince, gülerek verdiği cevap: “Siz Saddam’ın elini değil de, ya onun neresini sıkmamı bekliyordunuz ki!?”

Gazeteci Bekir Coşkun da, “İşte Benim Belediye Başkanım” başlıklı yazısında; oy vereceği belediye başkanı için; “Bugüne kadar ‘hizmet, hizmet’ diye dünyanın en güzel şehri İstanbul’u beton yığını yapıp, yaşanmaz hale getirdiler!.. Ben bu seçimde, ‘hiçbir şey yapmayacağına dair söz veren, ‘ hiç çalışmayacağını söyleyen bir adaya oyumu vereceğim…” diyordu…
Esprinin, eleştirinin, hicvin güzelliğine bir bakar mısınız? İşte siyaset de, köşe yazıları da, her türlü söz de, illâ şu mizah diliyle güzelleşiyor .    

İnsan ne kadar eskiyse, mizah da o kadar eski.

Mizahın iyisi akılda kalır, fikir çeler, düşündürür, sorgulatır.

Politikacının dayanamadığı da budur zaten.

Bu yüzden de mizah yapanların başlarından dert eksik olmaz.

Çok yakın tarihimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeşitli mizahçılara açtığı davalarla dolu.

DEVA PARTİSİ LİTERATÖRÜNDEN BİRKAÇ DAMLA

⁃ Ana akım bir siyaset…
⁃ Güven ve itibar…
⁃ Görünen neyse gerçeği de aynı bir parti..
⁃ Gerçek bir kadro hareketi…
⁃ Paylaşımcı ve kendisi için değil amacı ve ekibi için liderlik …
⁃ Mutabakat oluşturacak siyaset seti..
⁃ Retorikten ve polemiklerden uzak çözüm odaklı siyaset dili.
⁃ Ekonomi odaklılık…
⁃ Kollektif akıl…
⁃ Tek bir ekip …
⁃ Pozitif gündem…
⁃ Alın teri, akıl teri, bilek gücü başarının kaynağıdır…
⁃ Gençlerin dinamizmi ile tecrübenin harmanlanması…
⁃ Her alanda özgürlük bir numara…
⁃ Güvenlik ile hak ve özgürlükler arasında denge ….

  • Sözün gücü…
  • Akıl ve bilim…
  • Toplumsal Değerler ve Erdem …
  • İstişare…
  • Dürüst ve akılcı…
  • İyi insan…
  • İşinde iyi insan…
  • Ehliyet-liyakat-fazilet..
  • Ümit siyaseti…
  • Şeffaf,tutarlı ve öngörülebilir yaklaşım…
  • Denge ve kontrol …(Kuvvetler ayırımı)
  • Bir bölen olmamak…
  • Samimi ve sahici söylem…
  • Farklı fikirlere tahammül…

SİYASETTE BAŞARILI OLMAK

Yaklaşık son iki aydır Sn.Genel Başkanımızın öncülüğünde, genel başkan yardımcılarımız ve genel merkez kurucu üyelerimizle yoğun bir takvimle il kongrelerimizi yapıyoruz. Hayırlara vesile olur inşallah.
Bu kongrelerde parti olarak görünürlüğümüz artmakta, verilen mesajlarla ülke gündemi belirlenmekte,siyasette taşlar yerinden
oynamaktadır.
Yeni bir konsept, yepyeni bir üslup ve tarzla ülke siyaseti yeniden dizayn edilmektedir.
Şahsen çok şey öğrendiğim bu kongrelerde, yaptığım gözlemlerden, edindiğim izlenimler bağlamında siyasi çalışmalarda başarının sırrını saygıyla arz etmeye çalışacağım.

Siyasetin temel unsuru insandır. İnsanları anlamadan, etkilemeden, ikna etmeden davranış ve kararlarını değiştirmeden, siyasal danışmanlık hizmetleri ve bilimsel anketler ile akademik çalışmalar yapmadan, kısaca seçmeni kazanmadan siyasette başarılı olmak mümkün görülmüyor.

Siyasal arenada seçmen tercihleri belirlemede başarılı olmanın en önemli hususlardan birkaçı şunlardır.
Sayasi çalışmayı başarıya götüren yolun ilk adımı Güçlü İl ve İlçelerde teşkilatlanma ve Disiplinli çalışmadır.
Kitlelerin duyguları ve düşüncelerini anlamak için samimi empati kurmaktır. Onlara dokunmaktır. Gönüllerinde yer bulmaktır.

Ülkenin ya da seçim bölgelerinin ekonomik ve sosyal-siyasal yapısı,gelenekler, görenekler, kültürel alışkanlıklar, siyasal davranış kalıpları, eğitim durumu gibi kriterlerin dikkate alınması seçmen tercihleri arasında önemli hususlardır.

Ayrıca;
Siyasi aktörleri güçlü kılan, her konuşma ve halkla temasında güven uyandıran, enerjik görünen, soğukkanlı, iyimser, kararlı ve cesaretli duruş, propaganda faaliyetlerinde aranılan özelliklerdir.
Kitle etkinliklerinde verilen mesaj, mantıktan çok duygulara hitap etme şeklinde tezahür eder.

Kitlelerle iletişimde, ortak kültürel kavramlar ilgiyi artırır. Yöresel ifadeler ağız,şive,yöresel gelenekler,atasözleri bunlar’dan bazılarıdır. Toplumda her seçmen kendisine benzeyeni yakın bulur.

Konuşurken candan ve samimi olmak,doğal olmak önemli bir avantajdır.

Hatiplerin en iyi anlatacağı konu en iyi bildiği konular olmalıdır.
Geçmiş başarılarından söz etmesi seçmen hafızasında önemli yer tutacaktır.Hatip,kitlenin bilinçaltı hayallerine seslenmeli, onların hayallerine ortak olmalıdır.

TARİH TEKERRÜR EDER Mİ?

Ülkemizin her alanında sorunların çığ gibi büyüyerek devletin kötü yönetildiği günümüzde ;

Merhum S. Demirel’in 12 Mart 1971 darbesi sonrasında birbiri ardında kurulan istikrarsız hükümetler dönemi için anlattığı fıkra aklıma geldi…

*Kurtla kuzu aynı kafeste” *

Ülkenin birinde dediğim dedik bir kral varmış.
İşler yolunda gitmemeye, ahali homurdanmaya başlayınca ekibini toplamış:

– Bir çare bulun! Hem hazineye para girsin hem ahalinin yüzü gülsün.

Nazırlarından müşavirlerinden kimsenin ağzını bıçak açmamış, kimse başarısız kalıp koltuktan olmak istemiyormuş.

Nihayet hayvanat bahçesinin müdürü tereddütle elini kaldırmış.
– Efendim, benim bir fikrim var. Bizim arkadaşlar bir süredir kurtla kuzuyu aynı kafeste yaşatma projesi üzerinde çalışıyor.

Kral müdüre ters bir bakış atmış:
– Kurtla kuzu mu? Bunun ne alakası var benim söylediğimle?
– Efendim, kuzu ile kurdun bir arada yaşaması görülmüş şey değil. Çok ilgi çeker. Hem ahali böyle bir mucizeyi görmekten mutlu olur, hem bilet fiyatlarına zam yaparız, gelir olur. Hem de iktidarınızda kuzu ile kurdun bir arada yaşayabildiği ortamı sağlamış olduğunuz görülür.

Kral bu fikri sevmiş:
– Hemen başlayın. Zaten başka fikir de çıkmadı kimseden.
– Yalnız efendim, biraz bütçe lazım projeyi hızlandırmamız için.

Kral hazinedara dönmüş, ”Verin” demiş.
Mucize gerçek olur mu?

Kral bir ay sonra hayvanat bahçesi müdürünü aramış:
– Müdür nasıl gidiyor çalışma?– Çok iyi efendim. Sona yaklaşıyoruz. Yalnız biraz daha bütçe lazım.
Kral’ın yüzü gölgelenmiş, ama artık başlamış proje. “Peki” demiş, “elinizi çabuk tutun ama”.
Aradan bir ay daha geçmiş, Kral yine aramış:
– Müdür nedir vaziyet?– Bitmek üzere efendim, ama biraz daha harcamamız lazım.
Kralın canı iyice sıkılmış ama projeyi durdursa, şimdiye dek harcanan para da boşa gidecek:
– Peki, ama bu son bak, sonra külahları değişiriz.
Bir ay daha geçmiş, Kral bu defa aramamış, baskın yapmaya karar vermiş. Haber vermeden kıyafet değiştirip hayvanat bahçesine gitmiş.
Bir de bakmış ki, hayvanat bahçesi önünde binlerce kişiden oluşan bir kuyruk var. Birine yaklaşmış:
– Ne kuyruğu bu?– Kurt ile kuzu aynı kafeste yaşıyor. Kurt kuzuyu yemiyor. Mucize bu. Çocukları alıp geldim.

Nereye gidiyor bunca para?
Kral bakmış herkesin yüzü gülüyor. Kuyruğu takip edip başına gelmiş bakmış ki, gerçekten bir kurt ile bir kuzu aynı kafeste, kendi köşelerinde sakin sakin oturuyor.
Müdür de kafesin başında eserine bakıyor. Yanına gitmiş:
– Aferin müdür. Kuzu korkusuzca kurdun yanında yaşıyor, ahalinin yüzü gülüyor, hazineye para gelmeye de başlar yakında. Terfi etmeyi hak ettin.– Sayenizde kral hazretleri.– Ama aklıma takılan bir şey var.– Nedir kral hazretleri?– Senin masraf da bitmek bilmiyor. Nereye gidiyor bunca para?

”O mu efendim” demiş müdür mahcubiyetle önüne bakarak; “Ara sıra kuzuyu değiştirmek gerekiyor tabii…”

GALİBA TARİH TEKERRÜR EDİYOR

DOĞRU BAŞARMAK!

Başarmak için en doğru yol ve yöntem; zamanın ve her türlü imkanın doğru kullanımından geçtiğini biliyoruz…

Siyasette de öyledir. Siyasette de başarı, siyasi kadroların hedeflenen sonuca ulaştırabiliyorsa, elde edilen neticeyle hayat kolaylaşabiliyorsa başarı anlam kazanır.

Amaca hizmet etmeyen başarı halk tabiriyle havanda su dövmeye benzer.

Akıldan çıkarılmayacak bir hayat düsturu:
Yaydan fırlayan ok, söylenen söz, kaçan fırsat, geçen zaman geri gelmez…

Bir bilim insanının yazısında aldığım şöyle bir anekdot anlatılır:

Derler ki; bir gün adamın biri Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkarak hüneri olduğunu ve bunu Sultan’a göstermek istediğini söyler.

Adam, bir metre öteye iğneyi koyup, bir metre uzaklıktan ipi atarak iğneden geçirmektedir. Kanuni şöyle der:
Fermanımdır! Bu adama bir kese altın verile…
Fermanımdır, bu adama kırk sopa vurula…

Adam döner padişaha seslenir:
Aman devletlim, keseyi anladık da dayak niye?
Kanuni şöyle der:
Be hey adam! Sen bu hüneri kaç yılda öğrendin?
Adam der ki:
Buna kırk yılımı verdim Padişahım!
Padişah derki:
İşte, kese altın hünerinin zorluğu için;
kırk sopa ise ömrünü kimseye faydası olmayan bir işi başarmak için harcadığından…*Eğer o kırk yılını faydalı bir şeye harcasaydın, insanlığa faydası olan neler neler yapabilirdin… *   

O zaman oturup kendimiz ve çocuklarımız için yeniden düşünelim. Bizi mutlu etmeyen başarılar, faydası olmayan ilimler, harcanmayan ve kimseye faydası olmayan servet için ömür harcamaya değer mi?
Platon’u dinleyelim:
Ben insanları anlamıyorum. Ömürlerinin büyük bir kısmını para kazanmak için harcarlar, sağlıklarını kaybederler. Kazandıkları parayı da kaybettikleri sıhhatlerini geri kazanmaya harcarlar.

EHLİYET VE LİYAKAT

Devlet yönetiminde, siyasi partilerin teşkilatlanmasında,tüm kamu kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının sahici yapılandırılmasında yönetim ilkelerinin olmazsa olmazı;
katılımcı,şeffaf kurallara göre hareket eden,
EHLİYET VE LİYAKATİ esas alan anlayışın partimiz proğramında önemle vurgulandığı malumlarınızdır.

Mevcut Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde kuralların,ilkelerin yerini keyfilik almıştır.
Tek merkezden yönetimin şekillendirdiği biat etme ve sadakat kültürü, ehliyet ve liyakat yerine nepotizm yeralmış, kurumlar yapısal ve kültürel olarak ciddi tahribata maruz kalmışlardır.

İyi bir yönetişimde aşağıdaki kuralların
gözardı edilmemesi gerektiği kanaatı yaygın bir tesbittir.

Kamuda veya Siyasette:

-Yanlış insan, yanlış yer:
GERİLEMEYE NEDEN OLUR.

-Yanlış insan, doğru yer:
HÜSRANA YOL AÇAR.

-Doğru insan, yanlış yer:
ŞAŞKINLİK YARATIR.

-Doğru insan, doğru yer:
İLERLEMEDİR.

-Doğru insanlar,doğru yerler:
İLERLEMEDİR,
ÇOĞALMADIR,
GELİŞMEDİR,
BÜYÜMEDİR.

KURULACAK TEŞKİLATLARIMIZ

  1. Her kademeki parti teşkilatı çalışmalarını, partinin yukarda belirtilen kriterlere uygun, genel merkezimizin hedef ve politikalarıyla uyumlu, istişareye değer veren, ortak aklı benimseyen bir anlayışla yürütmelidir.
  2. Toplumda değişim arzusunu tetiklemelidir.
  3. Toplumsal kesimlerin sorunlarını, özlemlerini, kaygılarını bilen; onlara umut aşılayacak alternatif bir hareket olduğumuz algısını oluşturmalıdır.
  4. Teşkilatlarımızın, pozitif propagandayla kitlelerin güven, itimat ve sevgisini kazanacak, abartıdan uzak, daima kendimiz olmaya özen gösteren, halkın arasına giren ve onlara dokunan, yüz ifadesiyle ruhunu yansıtan, içten ve samimi, tevazu sahibi, ahlaklı ve dürüst kimselerden kurulması, farklılığımızın bir göstergesi olacaktır.
  5. Hak ve adalet temelli, birlikte yaşama arzusunu önceleyen, kuşatıcı, kucaklayıcı, ötekileştirmeyen, çoğulcu bir anlayışa sahip, farklı fikir ve düşüncelere açık, sorunları şiddetle değil siyaset ve tartışmayla çözüme kavuşturan, demokrat ve eleştirel düşünceye sahip bir anlayış sergilemelidir.

Teşkilatlarımız seçmenin gözünde vazgeçilmez, lüzumlu ve zorunlu olduklarını gerekli kılacak eylem ve davranışlarda bulunma kabiliyetinde olmalıdırlar.

GÜL YAPRAĞI OLMAK

Bir zamanlar bilginler ve şairler, ‘suskunlar meclisi’ adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı.
Üye sayısı 40 kişiydi ve bunu artırmıyorlardı.

*Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek fakat çok az konuşmaktı. *

O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Câmî, bu meclisin üyeleri arasında olmayı arzuluyordu.
Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi.
Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, *ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi. *
Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler.
Molla Câmî oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı.
Yeni bir üye için yer yoktu.

Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Câmî’ye gönderdi.
Zeki bilgin, durumu kavramıştı.
Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gülden küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi.
*Bardakta ki su taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi. *

Meclistekiler bu kibar cevabın mânasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı.
Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler.
Başkan listeye Molla Câmî ‘nin adını ekledi.
Kırk sayısının sonuna bir sıfır koyarak, 400 yazdı.
Bununla Molla Câmî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu.
Listenin son şekli Molla Câmî ‘ye gelince, meseleyi anladı.
Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, kırk sayısının soluna koydu.
Yani 040 yazdı. Alçak gönüllü Molla Câmî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu.

Gül yaprağı olmak, kolay değil. Ama, evde, işte, çevrede geçim ehli olmanın, gül gibi geçinmenin yolu gül yaprağı olmaktan geçiyor.
Yük olmayıp yük almak, gül yaprağı güzelliğine kavuşmak…
*Kendi içimizde, ailemizle, çevremizle uyumlu olmanın, ebedi güzellikler yolunda yürümenin müjdecisi. *
Gül yaprağı sırrına erenler, sağdaki sıfır gibi bulundukları topluma güç katarlar hem de bire on, ama soldaki sıfır gibi davranıp kimseye yük olmazlar.

Ne dersiniz şöyle bir düşünmeye; evde, işyerimizde kısacası hayatımızda gül yaprağı gibi miyiz, yoksa, bir damlası hayat karartan zehir miyiz?
Hayat yolculuğunda gül yaprağı olabilmek ve kalabilmek dileğiyle..

Rus Edebiyatının dev ismi Tolstoy’un Hayatı Sorgulatacak Ders Niteliğinde 17 Sözü:

  1. Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.
  2. Hayat ne gideni geri getirir, ne de kaybettiğin zamanı geri çevirir. Ya yaşaman gerekenleri zamanında yaşayacaksın, ya da yaşamadım diye ağlamayacaksın.
  3. Bozuk para insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden harcayın ikisini de gitsin.
  4. İnsanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak,
    ruhen ameliyat etmek için ise uyandırmak gerekir.
  5. Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.
  6. Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu hiçbir şey kaybettirmez.
  7. Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.
  8. Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Ve Unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün onu yaşarsın.
  9. Bir insanı bulunduğu mevkiyle değil, göz koyduğu mevkiyle ölçmek gerekir.
  10. En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır.
  11. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır.
  12. İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır.
  13. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.
  14. İnsanların çoğu onu yapıyor diye yanlış, yanlış olmaktan çıkmaz.
  15. Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir, bilmelisin. Küçümsediğin her şey için gün gelir, önemsediğin bir bedel ödersin.
  16. Birine çamur atmadan önce iyi düşün ve sakın unutma: önce senin ellerin kirlenecek.
  17. Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.

SİYSESETTE ÜSLUP VE DİL…

Bildiğimiz gibi, siyaset ve politika kavramları genel itibariyle, toplum ve devlete ilişkin yönetim süreçlerini (Hükümet, Meclis, Yerel Yönetim, Kamuoyu vb. gibi) ifade eder.
Siyaset kısaca, tüm toplum katmanları için bağlayıcı kararların alındığı ve yürütüldüğü toplum yararına olan bir süreç olarak değerlendirilebilir.
Siyaseti ortaya çıkaran neden, insan ancak toplum içinde yaşayabilen bir varlık olmasıdır.

Toplum içinde yaşamak ise, hiç şüphe yok ki, herkesi bağlayan ve bir arada yaşamasını mümkün kılan ortak kuralların ve ortak karar alan düzenlemelerin ahenkle oluşturulmasını gerektirir.

Ünlü siyaset bilimci Andrew Heywood:
“Siyaset en geniş anlamıyla insanların ortak yaşamalarını mümkün kılan genel kuralları oluşturma, koruma veya değiştirme etkinliğidir”der.

Siyaset bilimci Harold Lasswell de;
“Siyaset,kimin neyi ne zaman ve nasıl elde ettiğiyle ilgilidir,” derken,
siyasetin olmadığı bir toplumsal yaşam düşünmek neredeyse imkansız olduğunu kastediyor.
Siyaset sadece bir uzlaşı alanı değildir.Aynı zamanda bir yarışma ve çekişme sürecidir de.

GÜNÜMÜZDE SİYASETTE KULLANILAN ÜSLUP VE DİL

Günümüzde iktidar ve bir kısım muhalefetin lider odaklı siyaset arenasında kullanılan tahripkar, kaba,kibirli dil ve üslubun, adeta sokak dilini aratmayan bir dozda çirkinleştiğine tanıklık ediyoruz.
Bunun da sebebi, kendi politika ve projelerini anlatmak yerine; tahammülsüzlük ve eleştiri kabul etmeyen yapılarıdır. Bu siyasi aktörler, rakiplerini sözle döverek, akıllarında çok duygularını, ön yargılarını kullanarak hamaset yüklü mesajlarını tabanlarına göndermektedirler..
Böyle olunca da üslup sertleşiyor, nezaket, hoşgörü ve tevazu kayboluyor…
Bunun sonucu, endişe verici bu çok sert ve anlamsız öfke dili ülkede kutuplaştırma ve şiddetin körüklenmesine zemin hazırlıyor, demokrasi sık boğaz ediliyor.
Toplumda yaygın kanaat, külhanbeyli bu siyaset dilinin artık terkedilmesidir.

Kaldı ki bu siyaset dili; siyasette ahlakı da ötelemeye neden oluyor.
Zira, ahlak siyasetin temel yapı taşlarından birisidir.
Bugün ahlakı öteleyen bir siyasal duruş özürlüdür.
Toplumsal değer yargılarının süzgecinden geçmeyen siyaset, yandaş, kayırmacı, rüşvet ve yolsuzluklarla anılmakta, devletin yasama, yürütme ve yargıda ortaya çıkan çürüme ve bozulması hayatın her alanına yayılarak, toplumun demokratik temsile olan inancını ve güvenini zedelemektedir.
Bunun sonucu da ne yazık ki toplum tarafından siyaset kirlenmiş bir alan olarak görülmektedir.

Onun için diyoruz ki,
Bu bozulan, yönetemeyen anlayışın yerine büyük bir dönüşüm hamlesini başlatan DEVA iktidarına her zamankinden çok ihtiyaç vardır.
Allah bu gayrete zeval vermesin…

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBEDEN KALANLAR

1980 askeri darbesinin insan gücü bakımından Türkiye’ye faturası ağır olmuştur?

12 Eylül öncesi ve sonrasında Ülkemizin insangücü kaybı konusunda aşağıdaki rakamlar hafızalarda yerini korumaktadır…

1971-1980 arasında yaşanan anarşi ortamında 5000 insanımız hayatını kaybetmiştir…

1980 ihtilali sonrasında ise

650.000 kişi gözaltına alınmış ve çoğu cezaevlerinde işkenceye maruz kalmıştır.

1 milyon 683 bin kişi fişlenmiştir.

517 kişiye idam cezası verilmiş ve bunların 50’si infaz edilmiştir.

171 kişi işkencede öldürülmüştür.

120 Akademisyenin görevine son verilmiştir.

30.000’in üzerinde T.C. vatandaşı başta Almanya olmak üzere batıya iltica etmiştir.

Hafıza-ı beşer, nisyan ile maluldür…